7 Aralık 2015 Pazartesi

FATİH


Fatih.... Merkezi oluşu, tarihi dokusu ve sanılanin aksine yaşamın tüm renklerini barındırması, eski İstanbul'un ruhunu taşıması gibi özellikleri sebebiyle özel bir yer, Fatih. Her haftasonu İstiklal'de yada Kadıköy'de gezmek yerine keşfedilmeye değer Fatih...


Aksaray metro'sundan çıkıp (haritanın sol alt kısmı) Fatih Camisi'ne doğru yürüyoruz....

Fatih İstanbul'un en eski semtlerinden biri olup beşeri bakımdan büyük çeşitliliğe sahiptir. Bu semtte her kültürden, her çeşitten, her yapıdan ve her düşünceden insana rastlamak mümkündür. Öyle ki Paris'te gibi yayıla yayıla dolanırken bir sokak yukarı çıktıktan sonra bir anda kendinizi Kabil'de bulabilirsiniz (bkz: Çarşamba). Bburanın bir güzelliği ise de aradığınız herşeyi rahatlıkla bulabilmenizdir, tarihi bakımdan büyük zenginliğe sahip bu bölgede nüfusun fazla oluşundan dolayı daha çok bitişik nizam görülmektedir


Akdeniz Hatay Sofrası

Aksaray Metro çevresi, Adnan Menderes Bulvarı civarında baskın bir Arap kültürü var. Kebaplar, dönerler, Arapça yazılı dükkan levhaları... Neyse haritamızda Akdeniz Hatay Sofrası vardı, Yukarı kıvrılmadan köşe başında... Denilen şuydu; "fevkalade güzel Hatay yemekleri yapan bir restoran, birbirinden güzel mezelerinin yanısıra tuzda tavuk, testi kebabı ağız sulandırır. İçinde salçadan zahtere kadar nicelerini bulacağınız lezzetlerin satıldığı bir de küçük şarküteri barındırır. Künefe tabii ki vardır, hem de Hatay usulü. Dileyen kebbet yer, dileyen kabak tatlısı. mideniz mutlu, ağzınız neredeyse kulaklarınızda közde pişmiş arap kahvenizi içmiş olarak ayrılırsınız."


İçeri girip sağı solu kestik, herhangi bir otelin kahvaltı salonu gibi açık büfe sistemi olduğu için pek içime sinmedi ama kasanın oradaki salçalari zeytin yağları, nar ekşilerine Neslihan bitti, dönerken illa buradan dönelim dedi, öyle olmadı tabi ama bir dahaki geçişte biraz alışveriş yapabiliriz....



Aile Sokak'tan yukarı Ahmediye Cami'ye doğru...



Ahmediye Cami'nin karşısında bir çeşme. Caminin kendi çeşmesi olup zamanla camiyle arasındaki alandan yol geçirmiş olabilir diye düşünüyorum. Tamamen ayrı bir yapı da olabilir tabii. Ortaçeşme olarak geçiyor adı.




Aşağıda bulvarda dediğim gibi baskın bir Arap havası var, ara sokaklarda bu devam ediyor, mesela bu dükkan, muhtemelen Suriyelilere servis yapan bir emlakçı. Ne reklam panosunda, ne camında, ne girişinde tek kelime Türkçe kelime yok mesela.



Ahmediye Cami

Aksaray ve Kıztaşı arasında, İskenderpaşa mahallesi'nde. Orta Cami adıyla da bilinir. Bu cami, zamanın yeniçeri ortalarının bulunduğu kışlanın hemen yanında olup büyük ölçüde yeniçerilere hizmet etmekteymiş.



Karakadı Sokak'tan devam ediyoruz...



İskenderpaşa Cami'ye yaklaşıyoruz...




İskendpaşa Cami, Kız Taşı'na yakın ufak ve sevimli, bahçesinde havuzlu minik şadırvanı ve baharları gözleri şenlendiren erguvanı ile bir güzel camidir burası. 1505'de inşa edilmiş. Ramazan ayları teravih hatimli kılınırmış.




İki apartman arası bir benzinlik (!)


Millet Kütüphanesi'nin taştan duvarındaki minik kuşevi.



Millet Yazma Eser Kütüphanesi

El yazmaları ile meşhur kütüphane. Aslında burası 1695-1703 arasında görev yapan Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin medresesidir.

Burası 1900'lerin başında yaşayan Ali Emiri Efendi tarafından bir el yazmaları kütüphanesine dönüştürülmüş. Uzun süre bakımsız kaldıktan sonra 2008'de restore edilerek yeniden hizmete açılmış.



Kütüphane'nin saray muhallebicisine bakan arka duvarındaki çeşmenin Osmanlıca kitabesinde ve kütüphanenin giriş kapının üzerindeki kitabesinde bu kütüphanenin aslında Feyzullah Efendi'nin medresesine aidiyeti yazar.


Kütüphanedeki en önemli iki eser, Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügat-it Türk'ü ve Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye'si. Her ikisi de kütüphanenin müze kısmında, özel cam muhafazasında sergiye açık.



Yolun karşısından kütüphaneye son bakış...



Fatih Camisi'ne çok yakınız, yukarı doğru çıkıyoruz. İlginç bir tatlı gördük, inceliyorız, buna sarma deniyor. Bir dahakine denemek lazım.



Meşhur Fatih sarma tatlısı



Fatih Cami girişi,
cenaze var, biraz kalabalık, önemli kişilerin cenaze namazlarının kılındığı bir cami bu cami, mesela Turgut Özal.
 



Fatih Cami, İstanbulun fethinden sonra yapilan ilk selatin yani sultan camisi.

Cami ilk olarak Fatih Sultan Mehmet tarafindan Sinan i Atik diye bilinen Yusuf Atik'e 1463 ile 1771 arasında külliye ile beraber inşa edildikten sonra 300 yıl ayakta kalmış, sonra büyük depremle tamemen yıkılan camiyi III. Mustafa (Kadıköy'de İskele Camisi'ni de yaptıran padişah) Mimar Tahir Ağa'ya inşa ettirmiş



İnşa edilen arazinin İstanbul'un meşhur yedi tepesinden biri olduğunu ve üzerinde 12 Havari Kilisesi ve Konstantin'in muhtemel mezarının kalıntılarının bulunduğunu da ekleyelim. 
Osmanlı mimarlığı açısından bir geçis yapısıymış bu cami, ilk defa yarım kubbe burada mihrab önünde kullanılmış.

Sözde, caminin yapımı bitince kubbenin Ayasofya'danın kubbesinden daha kısa olduğunu ve yüksekliğinin de çok daha az olduğunu görünce mimarın kubbeyi tutan sütunların belli bir uzunluktan fazla olurlarsa caminin dayanıklığını yitireceğini, bu yüzden sütunlari kestirip padişahın adını alan bu eserin sonsuza dek dayanmasını amaçladığınına dair açıklamalarına rağmen mimarın ellerini kestirtip zindana attıtmıştır.

Sonuç olarak Fatih bu camiyi yaptırıken Ayasofya kadar görkemli bir mabed yaptırma amacı gütmüştür, Bugünün değil ancak geçmişin teknolojisine göre geniş ve yüksek kubbe yapmak mimari açından dahilik gerektiren bir olaydır. İslam coğrafyasında bu büyüklükte bir cami inşa edilmemişti ve bu cami de her büyük depremde ya yıkılmış ya büyük zarar görmüştü, yenisi yapılırken de eski özelliğine sadık kalınmadan yenilenmiş hep, ama Ayasofya hala tüm özelliğiyle, güzelliği ve heybetiyle ayaktadır ve saygıyı hakeder.




Fatih Sultan Mehmet Türbesi

Fatih Cami olarak bilinen bu külliyede sekiz medrese, bir tıbbiye, bir hastane, bir tımarhane, bir ilkokul, bir imarethane, bir düşkünler evi, bir kervansaray, bir hamam ve biri 2. Beyazıt'ın annesi Gülbahar, biri de Fatih'in kendisi için yapılmış (resimdeki) iki türbe bulunur içinde



Fatih Sultan Mehmet Han



Fatih, mimara sinirlenince ellerinin kestirip zindana attırınca Sinan-i Atik Fatih'i mahkemeye verir, mahkeme Fatih'i tazminat ödemeye mahkum eder.



Gazi Osman Paşa Türbesi

Gazi ünvanını Plevne'de Ruslara karsı verdiği üstün mücadele sayesinde almış bir Osmanlı paşası. 
2. Abdülhamit'in pek sevdiği bir paşadır, kendisini o kadar sevmiş ki iki kızını da Paşa'nın iki oğluna vermiş. 1900 yılında vefat etmiş, mezarı/türbesi burada.



19 Temmuz 1877 tarihinden 10 Aralık 1877’ye kadar, tam dört ay, yirmi üç gün süren Plevne savunması, İstanbul’a doğru olan Rus ilerleyişini geciktirmiştir Paşa. 

Şanı büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa...





Evet özünde bir ibadethane ama tarih kültür, herşey var burada.



Gittiğimizde cenazeye Kaleci Rüştü, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği vasıtasıyla çelenk yollamış.



Fatih Cami'den çıktık, Fatih Türbesi Sokak'tan Fatih Anıt Parkı'na doğru yürüyoruz...



Bozdoğan Su Kemerleri kalıntılarının başladığı yerdeyiz.



Fatih Karadeniz Pidecisi

Şimdi bir mola zamanı ama sağlam bir mola olacak. Kutsal pideler yapan bir yer burası, yemeğe kıyamıyor insan, yarım metrelik pideleri var. Hürriyet Gazetesi'nin haftasonu ekinde türkiye'nin en iyi pidecisi seçilmişti.
 



Pide kapalı yada açık olabiliyor. Pidenin yanında gelen küçük tereyağıyla pidenin üstünü parlattıktan sonra pideyi bıçakla yarıp tereyağını içine atıp gezdiriyorsunuz.



Aziz dostum Hakan bizimle.

Pideci, 1957 yılında Tirebolu’lu Mehmet Yazıcı tarafından kurulmuş. Peynirli, kıymalı ve karışık pide çeşitleri olan ekstradan yumurta ve tereyağı ilave ettirebiliyorsunuz.



Kıyma dışında bütün malzemeleri memleketleri Tirebolu'ndan getirtiyorlar. pideyi bu kadar şahane kılan iki şey ise; hamurun kıvamı ve Trabzon peyniri.

Pideci Pazartesi günleri kapalı.
 



Hemen karşılarında başka bir Karadeniz pidecisi mevcut, burada da daha önce yemiştik, bu da başarılı bir yer, pişman olunmaz



Şehr-i Emaneti Fatih Dairesi

Fatih Belediyesi'nin eski, FSM Vakıf Üni.'nin yeni rektörlük binası. Binanın bir benzeri Kadıköy Belediyesi binasıdır! 

Zamanında semtin kaymakamlık binası olarak tasarlanan bina, 1914 yılında Mimar Terziyan tarafından inşa edilmiş.



Fatih Parkı 



Hava Şehitleri Anıtı

Anıt, Türk havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sadık ve Nuri beylerin anısına 1916’da İstanbul’da eski Fatih Belediye binası karşısına dikilmiş Mimar Vedat Tek’in eseri. 

Mermer bir kaide üzerinde kırık bir sütundan meydana gelir. I.Dünya Savaşı öncesinde iki uçakla İstanbul’dan Kahire’ye kadar uzanan 2.500 kmlik bir uçuşu gerçekleştirmek amacıyla çıktıkları yoldaşehit düşen pilotlar Şam’daki Emevî Camii’nde Selahaddin Eyyubi türbesinin yanına defnedilmişler. Anıtın kırık bir sütun şeklinde olması, yarım kalan uçuşu simgeler. Sütunun üzerinde bronzdan bir defne dalı bulunur. Eğer ulaşabilmiş olsalardı tayyarecilerin Kahire'de boyunlarına asılacak olan madalyanın büyütülmüş birer kopyası yaklaşık 7.50 m. yüksekliğindeki anıtın kaidesinin iki yanına yerleştirilmiş. Madalyanın üzerinde uçak figürü, Beyazıt Kulesi ve İstanbul tasvir edilmiştir.



Fatih Anıt Park

Parkta bulunan Fatih Sultan Mehmet ve dönemin üç büyük ilim adamlarının heykel tasviri



Bozdoğan Su Kemeri

Fatih Anıt Parkı'ndan Zeyrek'e doğru geçiyoruz...





Kadınlar Pazarı'nın girişi




Kadınlar Pazarı - İtfaiye Caddesi'nde bir lezzet mekanı. 100 yılı aşkın süredir bu işi yapıyorlarmış. Şeref Büryan 1892 yılında Şeref Avcı'nın dedesi 
Hasan Ergüzel tarafından Siirt'te Helvacılar Çarşısı'nda kurulmuş. 1987'den beri de İstanbul'dalar. 
Siirt'in en güzel yemeklerinden "perde pilavı"nı da İstanbul'a getirmişler.

Kahvaltıda bile ciğer kebabı veriyorlar.





Hüsambey Tezgahçılar Cami

1612 yılında Şeyhülislam Sunullah Efendi tarafından kendi adına yaptırılmış. Tek minareli. 

Giriş kapısının üzerindeki kitabeye göre, cami yandığında büyük hasar görmüş ve 1911 yılında Halil Efendi tarafından yeniden yaptırılmış.
Bahçesinde Sunullah Efendi’nin türbesi bulunmakta. Babası Cafer Çelebi de caminin haziresinde gömülü.

Tek olan minare 10 seneden fazla süredir onarılmıyor. 1999 depreminde zarar gören caminin çevresinde yer alan kaçak yapılar yıkılmış ama cami gündeme gelmemiş henüz.

(Sunullahefendi camii veya Tezgâhçılar camii de denir), Fatih’te, Kırkçeşme yokuşunda cami; şeyhülislâm Caferoğlu Sunullah Efendi tarafından yaptırıldı (1612’den önce). Cami yanınca, Halil Efendi adlı birisi tarafından tamir ettirildi (1911). Halen bina kârgir, çatısı ve minaresi ahşaptır. Yanında sekiz köşeli bir plan üzerine yapılmış mektebi vardır.




Ümmü Gülsüm Cami

Zeyrek’te Çinili Hamam‘ın yanında. 16. yy şeyhülislamlarından Çivicizade Mehmet Efendi’nin kızı Ümmü Gülsüm tarafından 1610'da yaptırılmış. 

Caminin yanında ve birlikte yaptırılan Çivicizade Medresesi günümüze ulaşmamış. Diğer ismi, Çivicizade Mescidi. 1952 ve 1982 yıllarında tamir edilmiş.

Çivicizadeler, İstanbul’un tanınmış ilmiye ailesidir. Aileden yetişen iki Şeyhülislam var. Çivicizadelerin atası Muğlalı hattat İlyas Efendi olup lakabı Çivi Efendi. Aile adını taşıyan Cerrahpaşa Hastanesi’nin bahçesinde bir mescit ve Kanlıca’da bir yalı varmış.



Zeyrek Caddesi'nde bir çeşme, eski bir açıklama levhası var ama bakmayı unutmuşuz, adını - tarihini - hikayesini bilen varsa yorumlara yazabilir.



Gazanferağa Külliyesi 

1559’da Venedik’ten yola çıkan bir gemi Türk korsanların eline geçer. Korsan o zaman, şimdiki anlamda kullanılmıyordu. Deniz akıncısına korsan denirdi ve Osmanlının Akdeniz’deki korsan üssü esas olarak Cezayir’di. Gemide, Venedik valisinin başkatibinin eşi ve dört çocuğu da vardı. Kadın kendi ve iki kızı için fidye ödeyerek ülkesine geri döndü ama iki oğlu esir edildi ve Türkiye’ye getirildi. İki kardeş Müslüman yapıldı ve Cafer ile Gazanfer ismi verildi. O esnada Kütahya’da sancakta bulunan Şehzade Selim’in yanına giren kardeşler Şehzade 2.Selim olarak tahta çıkınca onunla birlikte İstanbul’a geldi ve Cerrah başı Abdülgani tarafından tarafından hadım edilerek, yani Afrika kökenli olmadıkları için “ak ağa” yapılarak saraya alındı. Ancak Cafer ağa bu operasyon sonrası oluşan yaradan dolayı öldü. Gazanfer ağa ise has odabaşı, sonra da Babüssade Ağası denen beyaz hadım ağalarının başı olarak Enderun’un amiri oldu. Padişahın dış dünyayla temasını sağlıyordu. 1595’te tahta çıkan sultan III. Mehmed ve annesi Venedik asıllı Safiye Sultan tarafından da tutulunca, Gazanfer ağa çok güçlenmişti. Sarayın içinde adeta bir Venedik lobisi oluşmuştu. Gazanfer ağa, Venedik kökenini hiç unutmamış, aksine Venedik’in hamisi durumuna gelmişti.Fatih’te Bozdoğan su kemerinin önünde bulunan, bugün Aziz Mahmut Hüdayi vakfı tarafından Gazanfer Ağa Eğitim ve Kültür Merkezi olarak kullanılan Gazanfer ağa külliyesinin kurucusu işte bu kişidir…

Gazanfer Ağa Medresesi, Bozdoğan Su Kemeri’nin hemen bitişiğinde bulunan medrese, 1596'da Davut Ağa'nın mimarbaşılığında, III Mehmet’in Has Odabaşısı Gazanfer Ağa tarafından inşa edilmiş.

Önceleri Belediye Müzesi olarak kullanılan yapı, 1989’da Büyükşehir Belediyesi tarafından Karikatürcüler Derneği’ne tahsis edilmiş. 2013 yılı itibariyle “Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı Gazanfer Ağa Medresesi Eğitim ve Kültür Merkezi” olarak kullanılmaya başlanmış, din temalı bir çok faaliyet gerçekleşmekte.

Eserin karikatür sanat dünyasından, türlü gerici faaliyetin odak noktası olması üzücü bir durumdur!!

1989 - 2010 arası eser, Türk karikatür sanatçılarının örgütlendiği Karikatür ve Mizah Müzesi olarak çalıştı

Müze, ilk olarak 1975 yılında, Karikatürcüler Derneği`nin girişimi ile İstanbul Belediyesi tarafından Tepebaşı`nda açıldı, ancak 12 Eylül 1980 tarihinde kapatıldı. Daha sonra bu binanın yıkılması ile müze de tamamen kapanmış oldu. 27 Şubat 1989 tarihinde Saraçhanebaşı`nda Atatürk Bulvarı üzerinde Bozdoğan Kemeri bitişiğinde yer alan Gazanferağa Külliyesi`nde yeni müze hizmete girdi. Türkiye ve dünyada yayınlanan karikatür ve mizah dergileri, karikatürle ilgili kitap ve belgeler, özgün yapıtlarının sergilenmesinin yanısıra sergi alanında karikatür sergileri açılmaktaydı.




Bozdoğan Su Kemeri

Bozdoğan Kemeri ya da bütün dünyada bilinen ve kabul gören mirascısının orijinal adı ile Valens Su Kemeri, Romalılar tarafından İstanbul'da yaptırılan su kemeri. Roma İmparatoru Valens tarafından 4. yüzyılın sonlarında tamamlanmış. Farklı dönemlerde Osmanlı Sultanları tarafından restore ettirilen su kemeri, şehrin önemli tarihi eserlerinden birisi.Orta Çağ'da, kentin su ihtiyacını karşılayan su kemerlerinin en önemlilerinden.

Valens su kemerinin günümüzde ayakta kalan bölümü 921m, orjinalinde 50metre daha kısa (1912’de Fatih Camii tarafında kalan kısmında 50 metrelik bir bölüm çökmüş). Atatürk Bulvarı, tıpkı tipik bir viyadükte olduğu gibi su kemerini taşıyan ayakların arasından geçerek devam etmekte. Bozdoğan Kemeri'nin temelleri günümüz yer seviyesinin yaklaşık 5.4 - 6.0 m. altında

O zaman ki adı Bizans olan şehrin su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı. Bu su yolu, suyunu Kâğıthane ile Marmara Denizi arasında kalan tepelerden ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden karşılar. Toplam uzunluğu 250 kilometreye kadar uzanır. O zamanlar şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yeraltı sarnıcında depolanmaktaydı. Bizans suyu sarnıçlarda depolarlardı. Osmanlılar ise taze suyu tüketirlerdi ve depolanmış bayat suyu kullanmazlardı.




Unkapanı Pilavcısı

IMÇ bloklarının hemen önünde, Reşat Nuri sahnesinin 100 metre aşağısındaki ışıklarda duran seyyar pilavcıdır. Kendisiyle aynı hizada, yolun karşısında ve 200 metre aşağısında bulunan seyyar pilavcılardan on kat daha fazla müşteri barındıran bir pilavcıdır. Günün her saati başında bekleşen 8-10 kişi görmek mümkündür. İş çıkış saatlerinde pilav yiyebilmek için 10-15 dakika sıra beklemeniz işten bile değildir.
Müdavimleri çoktur, gece saatlerinde önünde araç kuyrukları oluşmaya başlar, genellikle taksicilerden oluşan bir müşteri kitlesi vardır



Bozdoğan Su Kemerleri'nin Vefa tarafındaki kısmı



Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi

Vefa'ya doğru yürüyoruz. III. Mustafa dönemi dışişleri yazışmalarının başında bulunan Recai Mehmed Efendi tarafından 1775 yılında yaptırılmış.
Vefa’nın en özel yapısı burası denilebilir. Rokoko tarzı bezemeleri ile dikkat çekiyor. Zemin kat mermer kaplama, dershaneleri üst katta. Zemin katta ayrıca sebil ve çeşmeler de bulunmakta.



Zaman içinde yolların yükselmesiyle birlikte yapı, caddenin yaklaşık bir metre alt seviyesinde kalmış.



Vefa Bozacısı

Hacı Sadık Bey (büyükbaba),1870 yılında Arnavutluk Prizren'den İstanbul'a gelir. O yıllarda bozanın sulu kıvamlı, esmer renkli ve ekşi lezzetli biçimde, şehir halkından 200’e varan esnaf tarafından yapılıp satıldığını görür. O dönemde farklı bir yöntem dener ve bugünkü haliyle yani koyu kıvamlı, açık sarı renkli henüz yeni mayalanma kabarcıklarının oluştuğu andaki çok hafif ekşimsi lezzeti, bu markanın ilk imzası olur. Evinin altında kendi imkanları ile ürettiği bozasını, altı yıl boyunca kış geceleri saray ve çevresinde, omzunda taşıdığı bakır güğümlerle dolaştırarak tanıtır. Her köşe başında sabırsızlıkla beklenen Hacı Sadık Bey, artan talep karşısında cesaretlenir. Zamanın saraylı, aristokrat aileleri ile bürokratlarının oturduğu İstanbul'un en mutena semtlerinden biri olan Vefa'da, 1876 yılında boza ürününün dünyadaki ilk resmi ticarethanesini açar. Vefa semtinde açılan bozacının adı “Vefa Bozacısı” olarak belirlenir ve bu ata içeceği ürüne hem bir standart getirilir hem de bir meslek haline gelerek nesiller boyu devamlılığı sağlanır. Hacı Sadık Bey, çok fazla ilgi gören bu özel Türk içeceğinin kıvam ve lezzetini koruyabilmek için yıllar boyu bizzat kendisi üretir. Daha sonraki yıllarda, oğlu İsmail Hakkı Vefa'yı da yanına alarak Vefa Bozacısı üretimine beraber devam ederler. Hacı Sadık Bey’le başlayan, bugün de 4. nesil aile fertleriyle devam eden boza üretimi, Türk standartları ve geleneksel damak tadı korunarak devam etmekte.


Vefa Spor

2. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Vefa semtinde üç kulüp ortaya çıkmış: Vefa Mürbi-i Beden, Vefa, Mukavvi-i Beden. Sonra bu kulüpler birleşip “Vefa Terbiye-i Bedeniyye Kulübü”nü, yani günümüzün Vefa Spor Kulübü'nü oluşturmuşlar, yeşil-beyaz renkler altında kurulan kulüp kısa zamanda büyük varlık göstermiş ve İstanbul’un belli başlı kulüplerinden biri halini almış. 

Vefa, futbolun yanı sıra atletizm, izcilik, kürek, basketbol, voleybol, hentbol, boks, güreş[ gibi sporun farklı alanlarında da faaliyet gösterdi. 1908 yılından itibaren Vefa Lisesi müdür ve hocalarının çabalarıyla günden güne daha geniş bir kitleye ulaşır olmuş.

Şuan Süper Amatör Lig 1. Grupta, eski zamanlarından çok uzakta.


Vefa Lisesi

Türkiye'nin en eski liselerinden biri.
1872’de Vefa Lisesi, yüksek okullara öğrenci yetiştirmek üzere, bugün Eminönü Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan binada "Dersaadet İdadi-i Mülkiye-i Şâhâne" adıyla öğretime başlamış. 1881’de okul, Maarif Nezareti'nce satın alınan Mütercim Rüştü Paşa'ya ait üç katlı konağa taşınmış ve İstanbul'un Türkçe eğitim veren ilk mülkiye idadisi olarak eğitim ve öğretime devam etmiş. Bu arada ismi bulunduğu semtin adını alarak "Vefa İdadisi" olmuş, sonra "Vefa Sultanisi”, sonra Vefa Lisesi.
Balkan Savaşı sırasında birçok öğrenci ve öğretmen gönüllü olarak cepheye gitmiş ve geri dönmemiş ve okul Hilâl-i Ahmer yani Kızılay Hastanesi olarak kullanılmış.



Uğur Dündar, Müjdat Gezen, Kemal Sunal gibi ünlüleri mezun etmis okul. Mezunlarını her sene boza gününde toplayarak vefa duygusu kazanmalarını sağlayan lise. 

Resimdeki bina aslında zamanında Mütercim Rüştü Paşa konağı imiş



Molla Hüsrev Cami, Fatih Sultan Mehmed'in "zamanımızın imamı azam'ı" dediği şeyhülislam ve hocası Molla Hüsrev tarafından yaptırılmış. Ahşap caminin ilk yapılış tarihi 1460. 




Şehzade Cami'ne giden Dede Efendi Sokağı üzerinde, muhtemelen bir kaç sene sonra göremeyeceğimiz taş tuğla bina...




Şehzade Cami

Mimar Sinan eseri. Kanuni Süleyman tarafından Saruhan Sancak Beyi iken 1543'te 22 yaşında ölen oğlu Mehmed adına yaptırılmış. Camiyi 1543-1548 yılları arasında Mimar Sinan'a yaptırtmış.Mimar Sinan'ın çıraklık eserimdir dediği ve 5 yılda yaptığı cami.
 — Şehzade Camii'de.



Şimdi tamamen şehir efsanesi bir olay. gerçek mi, değil mi belgelerle alakalı bilgisi olan yorumlara yazabilir... 

Ben biraz internetten baktım, gerçek olsa orjinal belge tabak gibi yayınlanırdı bence ama yine de bahsedelim...

"Bu caminin 1990'li yillarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat muhendisi, caminin restorasyonu sirasinda yasadiklari olayı şöyle anlatmış;
cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi. restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik. fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu. kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip cakacaktik. daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik. kalibi soktuk. sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. siseyi acip kagida baktik. osmanlica bir seyler yaziyordu. hemen bir uzman bulup okuttuk. bu bir mektup idi ve mimar sinan tarafindan yazilmisti. sunlari soyluyordu:
"bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum."
Koca sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu. bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir. suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur."




Şehzade türbesinin içi rengarenk çinilerle dolu. Ortadaki sandukada Şehzade Mehmed, sağında Şehzade Cihangir yatıyor, solunda da Hümaşah Sultan. Şehzade türbesinin sol tarafında Rüstem Paşa'nın türbesi var.



Damat İbrahim Paşa Cami ve Külliyesi

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında, kütüphane ve darülhadis medresesi olarak inşa ettirilmiş. Avluda kendi ve oğullarının mezarları yer alır. Bir çok oda medrese öğrencileri için bina ettirilmiş.

Külliyede cami, medrese, çeşme, sebil, şadırvan mevcut.

Bu küçük külliyenin medrese olarak faaliyet gösterdiği dönemlerde, kalabalık bir kadroyla hizmet ettiği bilinmekte. Mekanın bezemelerinde kullanılan çiçek motifleri, Lale Devri’nin mimari anlayışıyla paralellik göstermiş ve yapının sanatsal değerini artırmış.

Külliyenin içerisinde Doğu Türkistan Türkleri'nin dernek merkezi bulunmakta. Bazı hafta sonları bu dernek kendi soydaşlarına yemek daveti verirmiş. Her yer çekik gözlü yüzlerce Türk'le dolarmış.




Kalenderhane Cami

Vezneciler metro çıkışının hemen dibinde karşımıza kiliseden bozma tuğladan yapılma güzel bir cami çıkıyor.

12. yüzyılda yapılmış bir kilise, fetihten sonra camiye çevrilmiş. Kiliseden önce de 4. yüzyıl Roma hamamı varmış. 13. yüzyılda Latin istilasında ise katolik kilisesi olarak kullanılmış. II. Beyazid zamanında İstanbul'a yerleşen kalenderi tarikatı dervişlerine tekke ve cami olarak tahsis edilmiş, o yüzden bu adı almış cami. Yani özetle çok ilginç bir tarihi olan, özel bir yapı olduğunu söyleyebiliriz



Haç planına göre yapılmış, çoğu kazınmış ama bir kısmı hala görülebilen fresklere sahip bir yapı. İç duvarlarında çeşit çeşit, renk renk mermer kaplamalar var. Tamamen tuğladan yapılması kilise olduğunun göstergesi. 

Fresklerin ve ikonoların üstlerine kireç vurulmuştur. Bu Osmanlı’da kiliseden camiye dönüştürlen yapılarda saygı amaçlı yapılan bir uygulama. Kazınan, mahfedilen yok mu, çoktur illaki, ama eğer mimar sanata ve emeğe saygılıysa bu yönteme başvurmuş. Kireçle boyamada maksat boyamak değil muhafaza etmektir. Kocaman bir haç varsa mesela, onun bulunduğu taş kaldırılıp atılmaz veya kırılmaz, ancak ters yüz edilerek kullanılmaya devam edilir. Aynısını Hristiyan Bizans Yerebatan Sarnıcı’nda Pagan Bizans ürünü Medusa taşını ters çevirerek kullandığında da takbik etmişti.

Aziz Frencesco freskolarinin tahrip edilmiş kalan kısmı İstanbul Arkeoloji Muzesi'nde Bizans seksiyonunda ikinci kattaymış.

Kıblesi düz olamadığı için halıları yaklaşık 45 derecelik açılarla serili.




Kalenderhane Cami'nin hemen karşısında bulunan güzel bir bina.


Caminin hemen ilerisinde 16 Mart Şehitleri Caddesi'ndeki kemer





Kirazlı Mescit ve Süleymaniye Caddesi kesişiminde bir çeşme